Arap basınında geçen hafta: ‘Savaş genişleyerek devam edecek’
İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı hız kesmeden devam ediyor. Diğer yandan İsrail ordusunun Lübnan’a sızma girişimleri ve Lübnanlı Hizbullah örgütünün bu girişimleri boşa düşürmesi, Hizbullah’ın Lübnan’a yönelik saldırılarına karşılık İsrail’in derinliklerini vurmaya başlaması bölgedeki gerilimin boyutunu gösteriyor.
Diğer yandan İsrail’in İran’a yönelik tehditleri de devam ediyor. İran’ın 1 Ekim’de İsrail’i hedef aldığı füze saldırından sonra Tel Aviv yönetimi İran’a ağır bir karşılık vereceğini açıklamıştı. Birçok Arap gazeteciye göre, İsrail’in İran’a karşılık vermesi güçlü bir şekilde gündemdeki yerini koruyor. Ancak beklentiler bu karşılığın şu ana kadar ki angajman kuralları çerçevesinde olmayacağı ve aksine bölgesel bir savaşı başlatacağı yönünde.
‘Bölgedeki durum bıçak sırtında’
Washington’a göre bölgedeki durum bıçak sırtında. Gazze’deki savaş ve İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmanın ardından Güney Lübnan’daki durum daha da tehlikeli hale geliyor. Özellikle de İsrail’in UNIFIL’de faaliyet gösteren uluslararası barışı koruma güçlerinin konuşlandıkları yerlerin iki gün üst üste hedef alması sonrasında tehlike daha da artmış durumda. Bu da İsrail ile UNIFIL ülkeleri başta olmak üzere uluslararası toplumla arasındaki ilişkileri daha da gergin hale getiriyor. İsrail’in UNIFIL güçlerine yönelik provokasyonu ve bu uluslararası gücün dediğine göre, İsrail’in kendi güçlerini barış gücünün yanına konumlandırması, UNIFIL güçlerini İsrail ve Hizbullah arasında devam eden çatışmalarda tehlikeye düşürmektedir. İsrail ve Birleşmiş Milletler arasındaki bu yeni kriz, İsrail’in uluslararası örgütle bir yıldır devam eden gerginliğinin ardından geldi. Bunların en sonuncusu, İsrail Dışişleri Bakanı’nın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni İsrail’de istenmeyen kişi olarak sınıflandırması ve Filistinli mültecilerle ilgilenen Birleşmiş Milletler organı UNRWA’nın ofislerini kapatma girişimleriydi.
Ancak Güney Lübnan’daki bu son çatışmaların siyasi, askeri ve jeostratejik boyutları var. İsrail, uluslararası güçlerden Lübnan sınırlarından çekilmesini istiyor. Zira burası İsrail’in kendi deyimiyle “Hizbullah” militanlarını Litani Nehri ötesindeki sınırından uzaklaştırmak amacıyla “sınırlı operasyonunu” gerçekleştirdiği bölge. Bu operasyonun amacı da, kuzeyden göç eden İsraillilerin tekrar bu bölgelere dönüşünü sağlamak. (Emel Mudellili / Suudi Şark’ul Evsat Gazetesi)
‘Savaş genişleyerek devam edecek’
Bünyamin Netanyahu 27 Eylül Cuma günü Birleşmiş Milletler ‘deki konuşmasında, ülkesini Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayacak kesişme noktası haline getirecek Yeni Ekonomik Koridorun haritasını kürsüden gösterdi. Bu tarz koridorlar ve geçiş yolları savaşı, tarih boyunca Doğu ve Batı’nın anahtarı konumunda olan Ortadoğu’daki çatışmaların önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Savaş Orta Doğu’da devam ediyor ve Yemen’deki Husi hareketinin İsrail’e karşı cephelerin birliği konusunda ısrar etmesiyle daha da genişleyecek ve başka bölgelere sıçrayacak gibi görünüyor. Zira Husi hareketinin askeri eylemlerinin bir sonucu olarak Kızıldeniz’deki uluslararası gemi trafiği üzerindeki etkisi giderek artıyor. Dolayısıyla İsrail ve Amerika’nın bölge haritasını kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmeye çalışmasından dolayı bu savaş daha uzun zaman süreceğe benziyor. Öte yandan İran, Dışişleri Bakanı Abbas Arakci aracılığıyla ülkesinin ABD’nin bu projesini başarısızlığa uğratacağını vurguluyor. Bu bağlamda da, bölgedeki direniş hareketlerinden, ABD bu projeden vazgeçene kadar mücadeleye devam etmelerini istiyor. (Cerar Dib / Kuds El Arabi Gazetesi)
‘İsrail’in BM düşmanlığı’
Birçok ülke, İsrail’in Güney Lübnan’daki uluslararası barışı koruma güçlerine (UNIFIL) yönelik tekrarlanan saldırılarını, uluslararası hukuku ve 1701 sayılı kararı ve Güvenlik Konseyi tarafından bu güçlere verilen yetkiyi ihlal ettiği gerekçesiyle kınadı. Zira bu saldırı, bu barış gücü içerisinde askeri bulunan ülkelere de bir saldırı anlamına geliyor.
Gerçek şu ki İsrail’in UNIFIL güçlerine yönelik düşmanlığı yeni değil. Bu güçlerin kurulduğu 1978 yılından bu yana, bu güçlere verilen yetkilerle ilgili Güvenlik Konseyi kararını uzun süredir değiştirmeye çalışıyor. Çünkü İsrail, bu askeri varlığı, genişleme amacı taşıyan saldırgan hırslarına engel olarak görüyor. Bu askeri varlık sayesinde ve günlük raporlar aracılığıyla, Lübnan topraklarına yönelik devam eden kara, deniz ve hava saldırıları ve ihlalleri kanıtlanmış olmaktadır. İsrail ile Birleşmiş Milletler ve onun tüm kurumları ve çıkardığı kararlar arasında köklü bir düşmanlık vardır.
İsrail’in Filistin Mülteci Yardım Ajansı’nı (UNRWA) lağvetme ve Kudüs şehrindeki mülklerine el koyma çabası, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in istenmeyen adam ilan edilmesi ve İsrail’e girişinin yasaklanması, son dönemde İsrail’in temsilcisinin öncülük ettiği Birleşmiş Milletler karşıtı kampanya ve BM’nin silinmesi ve tüzüğünün yırtılması çağrısı, İsrail’in Birleşmiş Milletler ilkelerinden ayrıldığının, temsil ettiği ilkeleri ve ona bağlı her şeyi küçümsediğinin kanıtıdır. (BAE El Khaleej Gazetesi)
‘Sırada Suriye cephesi mi var?’
İsrail’deki aşırı sağcı hükümetin, güç dengesini kendi lehine çevirdikten sonra eline geçen fırsatlardan yararlanma konusundaki ısrarı ışığında, İsrail’in Lübnan’a yönelik savaşının uzun süreceği yönündeki tahminleri destekleyen birçok gösterge vardır. Zira bölgedeki durum İsrail’e uzun vadede denklemleri kendi lehine değiştirme fırsatı tanıyor. Bu denklemler arasında da İran ekseninin tamamen tasfiyesi de yer almaktadır. Özellikle bu eksende birinci halkanın kapsamına giren taraflar veya esas olarak Güney Suriye ile Güney ve Doğu Lübnan cephelerinden ve Gazze ve Batı Şeria’dan oluşan temas bölgeleri.
Bu bağlamda Dera’nın batı ve kuzey kırsalından Kuneytra ve batı Şam kırsalına kadar uzanan Güney Suriye cephesi, çeşitli nedenlerle İsrail’in bir sonraki aşamada askeri hareketliliğine şahit olacak gibi görünüyor. Bu nedenlerden biri de, bölgede Hizbullah’ın ve İranlı diğer milis yapıların bu bölgedeki askeri varlığıdır. Her ne kadar bölgede askeri üs gibi yapılar bulunmasa da, Hizbullah’ın ikmal yollarını izleme ve koruma gibi görevleri yerine getirmek üzere bölge halkından oluşturduğu ve uyuyan hücreler şeklinde eğitimli unsurların olduğu bir sır değil. Hizbullah gerektiğinde bu yapıları harekete geçirebiliyor ve Golan Cephesi’nden zaman zaman atılan mermilerin de gösterdiği gibi, her durumda bu hücreler hizmete giriyorlar. (Gazi Dahman / El Arabi El Cedid Gazetesi)
‘İsrail’in IŞİD senaryosu’
İsrail, Aksa Tufanı’nın başladığı andan itibaren, maruz kaldığı durumun, terör örgütü IŞİD’in başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgenin birçok ülkesinde yaptıklarının benzeri olduğu algısını yaygınlaştırmaya çalıştı. Aynı zamanda 7 Ekim 2023’ü, terör örgütü El Kaide’nin ABD’de gerçekleştirdiği 11 Eylül 2001 saldırılarına benzetti. Buradaki amacı Batı’nın ona sempati duymasını sağlamak ve yaptığı katliamlar ile sivillere karşı işlenen suçlar dahil, daha sonra Gazze Şeridi’nde gerçekleştireceği her şeyi meşrulaştırmaktı.
Bu çerçevede bu tür örgütlerin yapı itibariyle anonim şirketlere benzediğini her zaman hatırlamak gerekir. Bunun nedeni de bu örgütler üzerinde birçok küresel ve bölgesel istihbarat servisinin etkisinin olmasıdır. İroniktir ki, bu örgütler hiçbir zaman İsrail çıkarlarına karşı herhangi bir eylem gerçekleştirme niyetinde değildi. Tam tersine bu örgütler işlediği suçlarla birçok Arap ülkesinin parçalanmasına katkıda bulunmuştur.
Buradan yola çıkarak, İsrail’in geçtiğimiz günlerde 5 kişilik bir IŞİD hücresini tutukladığını ve bunların Tel Aviv’de bir ticaret merkezine bir saldırı hazırlığında olduğu yönündeki açıklamasını, Bünyamin Netanyahu’ya yapılan Lübnan ve Gazze’de ateşkes yapılması yönündeki çağrılarla beraber okumak lazım. Çünkü Netenyahu başkanlığındaki sağcı hükümet buna karşı çıkıyor ve varoluş savaşı verdiğini iddia ediyordu.
İsrail’in bu dönemde bir IŞİD hücresinin tutuklandığını duyurmasının ardındaki amacı birden fazla hedefe işaret etmektedir. Bunların en önemlisi de, ‘terör’ tehdidi anlatısına geri dönmek istemesidir. Hem de ordusunun birden fazla alanda devlet terörü uygulamasına rağmen. (Maher El Hatip / Lübnan EL Nashra Gazetesi)
‘Ortadoğu’nun haritasını değiştirmek’
İsrail bölgede bir savaştan diğerine atlıyor. Görünen o ki, Gazze ve Batı Şeria’dan güney Lübnan’a ve belki de Filistinliler için alternatif vatan olarak gördüğü Ürdün’e kadar yayılmacı savaşlarını sürdürecek. Yoksa Netanyahu’ya göre Ortadoğu haritasını değiştirmek gerekli değil mi?
Tüm beklentiler ve bilgiler, İsrail’in bu hafta İran’a ve onun çıkarlarına karşı bir saldırı beklendiğini gösteriyor. Yalnız bu karşılık angajman kurallarının veya arabulucular aracılığıyla devam eden gizli anlaşmanın dışına çıkacak gibi. Yani, İsrail’in böylesine bir saldırısı olumsuz algıyı değiştirmek için sadece görünüşte değil, geniş bir bölgesel savaşın kapısını çalacak şekilde olabilir.
Netanyahu’nun bölgedeki savaşlarını bir meşru müdafaa savaşı değil de “Kıyamet Günü” olarak adlandırması da, Müslümanlara ve sözde “İbrahim barışına” karşı yayılmacı, dini bir savaşa işaret ediyor.
Netanyahu’nun, kıyamet savaşı verdiği iddiası ve bu savaşın amacının Ortadoğu haritasını değiştirmek olduğunu belirtmesi ve bunu Amerika ve Batı’nın silah, para ve medya desteğiyle yürütmesi gösteriyor ki, Amerika, İsrail ve Batı’nın bir kısmı daha önce Ortadoğu’nun haritasını değiştirmek için kullandıkları El Kaide, IŞİD ve diğer terör gruplarının yerini aldılar.
Peki Ortadoğu haritası neden ve kimin pahasına değiştirilsin? Elbette Arap ülkelerinin haritaları ve sınırları pahasına. İşgal altındaki Filistin’e sınırı olan ülkelerden başlayarak ve İsrail’in daha fazla büyümesi için. Eski ABD Başkanı Trump İsrail’in küçüklüğünden üzüntü duymamış mıydı? (Cevad El Hindavi / Rai Al Youm Gazetesi)
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)